Fundanur Öztürk, Berza Şimşek
45 bin kişinin hayatını kaybettiği 6 Şubat depremlerinin üzerinden tam bir ay geçti.
Antakya girişinde yoğun bir kum fırtınası bizi karşılıyor. Son günlerde etkisini gösteren kuvvetli rüzgar; Neredeyse tamamı harabe olan şehirde toz fırtınalarına neden oluyor, konuşmak bile çok zor olabiliyor.
Depremin ilk zamanlarında her enkazın başında yapılan arama kurtarma çalışmaları yerini artık enkaz kaldırma ve mal kurtarma çalışmalarına bırakmıştır. Antakya, depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen bu “kabusun” etkilerini hâlâ yaşıyor.
Kenti sarsan sarsıntılar, hem yıkım çalışmalarını, hem çadır kentlerde yaşayan depremzedeleri, hem de kendi imkanlarıyla evlerinin önüne çadır kuran aileleri etkiliyor.
Çeşitli özel veya tüzel kuruluşlar tarafından sağlanan insani yardım faaliyetleri şehrin çeşitli bölgelerine dağılmıştır.
Çadır kentte yaşamayan bir depremzede, mahallelerin belirli noktalarında kurulan garnizonlara kendi imkânlarıyla ulaşmalıdır.
türk bbcDepremzedeleri anlatıyor.
20 gündür iki çocuğuyla birlikte Defne’de bir çadır kentte yaşayan depremzede Figen Gülen, durumundan şikayet etmekten utandığını söylüyor:
“İnsanlar enkaz altındayken hakikaten şükretmekten utanırdık. Yaşadığımız için utandık, inanabiliyor musunuz? Ben hayatta kaldığım için suçluluk duyuyorum, onlar öldü, biz kaldık.
“Bazen durup düşündüğümde ölenler mi hayatta kalanlar mı? Çok acı… Yani ölmeyi o kadar çok istedim ki çıktıktan sonra ölmek istedim yani ölmek büyük bir lüks değil mi? artık biliyorsun?
“Duygularımı nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Dilim dönmüyor. Ağzımdan yanlış şeyler çıkmasından da korkuyorum.”
Burçak’ın Antakya’daki ilk depremde yıkılan ve yaklaşık 110 kişinin hayatını kaybettiği düşünülen apartmanının enkazı arasında yoğun çalışma devam ediyor.
Kepçenin bir darbesiyle molozda gedik açılıyor ve iş yerinden sağ kurtulanlar kepçenin açtığı yerlere girerek eşyalarını molozun içinden çıkarmaya çalışıyor. Belki bir bilgisayar, kasa, kablolar…
Burçak apartmanındaki dükkanında 18 yıldır kamera ve güvenlik sistemleri satan bir girişimciye enkazdan bugüne kadar ne kurtarmayı başardığını soruyoruz.
Enkazdan saatlerce enkaz toplamalarına rağmen yalnızca birkaç kamera ve kabloyu kurtarabildiklerini söylüyor.
İş makineleri bir enkazdan diğerine hareket ederken, yoğunluk nedeniyle her enkaza belirli bir süre verilir. Depremden sağ kurtulanlar ise kendilerine ayrılan süre bitene kadar olabildiğince çok nesneye ulaşmaya çalışıyor.
Orman Genel Müdürlüğü araçlarının yollara ve molozlara düzenli olarak su püskürttüğü, iş makinelerinin ise molozları dağıtarak kamyonlara yüklediği görülüyor.
Ekiplere liderlik eden bir yetkili, halk sağlığını korumak ve bölgedeki tozu kontrol altına almak için düzenli olarak sulanmaları gerektiğini söylüyor.
Depremin hemen ardından Antakya’da bulunduğumuz üç gün boyunca hiç görmediğimiz kadar çok memur gördük. Polis ve askerler birçok yerde güvenlik noktaları kurarak, yıkım çalışmalarının devam ettiği sokaklarda devriye geziyor.
“Sadece evlerimiz değil, işlerimiz de bitti, hayatımız bile bitti”
çadır kentlerde yaşayan depremzedeler; gıdaya, hijyen malzemelerine ve psikososyal desteğe erişim nispeten kolaydır.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin Defne’de kurduğu çadırkent, birçok farklı sivil inisiyatif ve kamu kurumu için bir hizmet merkezi olarak görülüyor.
Özellikle depremzedeler için kurulan merkezler dikkat çekiyor: Teknofest çadırı, derslikler, oyun alanları…
Eşinin yurt dışı gezilerinde tır şoförlüğü yapması nedeniyle depremde iki küçük çocuğuna “hem anne hem baba” olduğunu söyleyen Figen Gülen, elinden kurtardığı iki çocuğu için çadır kentte yaşam kurmaya çalışıyor. moloz.
İki yatağın hemen yanına dizilmiş kitaplar ve oyuncaklar dikkatimizi çekiyor. Gülen, evinden zar zor alabildiği şeylerle çocuklarının “evlerinde hissetmelerini” istediğini söylüyor:
“Çocuk kitapları aldım, evime hatıra olsun istedim. Çocuklarımın kendilerini evlerinde hissetmelerini istedim. Burada bize ne verirlerse versinler, evimden aldığım en ufak şey bile bana daha değerli geliyor. Hepsi benim çocuğum gibi kokuyor, hatıraları var” dedi.
Gülen, ilk üç gün yardım gelmediğini söyledi; Hasta yaşlıları ve küçük çocukları soğuktan korumak için “harap evlere” girmek zorunda kaldığını anlatıyor.
Çadırkentte elektrik, tuvalet, duş gibi lojistik imkanların zamanla kurulduğunu ve geliştiğini anlatan Gülen, gönüllülerden gelen yardımların zamanla azaldığını söylüyor:
“Bize verilen destek devam etmeli. Canımız gitti. Yani sadece evlerimiz değil işlerimiz de bitti, hayatımız da sona erdi.”
Gülen’in günü çoğunlukla çocuklarını beslemek ve onları çadır kentteki çeşitli etkinliklere götürüp getirmekle geçiyor.
Çadır kentte gönüllü olmanın kendisine çok iyi geldiğini anlatan Gülen, paylaşmakla acısının hafiflediğini düşünüyor:
“Çadırın önüne masa koyarım, yeter ki insanlar gelip benimle sohbet etsin, beni dinlesin. Dinlenmeye ihtiyacımız olduğu için anlaşılmaya ihtiyacımız var.
“Arka bahçemizde bir cenazeyi yıkadık hani? Çocuklar ne olduğunu anlamadılar bile. Çocuklar kendilerine babalarının öldüğü söylendiğinde tepki bile vermediler. Çocuklar ağlamadı bile, sadece baktılar. babanın cenazesinde yaşadıklarımızın tarifi yok.
“Konuştuğum zaman biraz rahatlayabiliyorum ve çocuklarıma daha müsait bir anne olabiliyorum. Eşim yurt dışında olduğu için hem anne hem de baba rolünü oynuyorum, güçlü olmam gerekiyor.”
“Şimdiye kadar mesela yaşadıklarımı unutmaya çalışıyorum. Çocuklarım ağladığımı görünce çok kızıyorlar. Bunu onlara yansıtmak istemiyorum ama sonuçta ben de insanım.”
Yıllarca KPSS sınavına giremediğini ve sonunda hem çocuklarına hem de işine odaklanmak için özel öğretmenlik yapmaya başladığını söyleyen Gülen, depremin hayatının “sınırda” olduğu bir dönemde olduğunu anlatıyor. . “:
“Gelecek için plan yapmamaya karar verdim. Çünkü ölümle birden çok kez karşılaştım. Şu an tek hayalim kıt kanaat yaşamak. Bundan sonra insan gibi yaşamak istiyorum.”
“Bu zamana kadar hep borç içindeydim. Ev borcum bitti, evim gitti, televizyonumun borcu bitti, televizyonum gitti. Tek sevindiğim şey, şükürler olsun. Tanrım, parasını ödedikten sonra gitti.”
‘Her gün su hattına gidiyoruz’
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Hatay’da 51 bin binada 195 bin müstakil bölümün yıkıldığını, acilen yıkılması ve ağır hasar gördüğünü söyledi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise Antakya’da “iki evden biri ya yıkılıyor ya da yıkılsın” dedi.
Hatay’daki çadır kentlerin ve konteynerlerin kapasitesi tüm ihtiyaçları karşılamaya yetmiyor. Çadır kentlerden uzaklaştıkça yardımların dağıtımında birçok lojistik sorunun olduğunu görüyoruz.
Defne ilçesine bağlı Harbiye Mahallesi’nde yaşayan Aynur Eskiocak ve ailesi, depremde kısmen yıkılan evlerine giremedikleri için bahçelerine kurdukları çadırda yaşıyor. Ailenin yaşadığı bahçede elektrik ve su yok, çadırda ısınmak için ısıtıcı da yok.
Aynur Eskiocak, böbrek hastası olan eşinin haftada üç kez diyalize girmek zorunda kaldığını, bu nedenle depremin hemen ardından İzmir’e gittiklerini, İzmir ve Antalya’da ev aradıklarını ancak fırsat bulamadan Hatay’a dönmek zorunda kaldıklarını söyledi. yüksek kiralar nedeniyle ev bulmak.
Eskiocak ailesi, borçlanarak çadır almak zorunda kaldıklarını ve devletten “5 kuruş” alamadıklarını söylüyor.
Meme kanseri olan Aynur Hanım ve böbrek hastası eşinin steril yaşam alanına ve yeterli gıdaya ihtiyaçları olduğunu ancak aile, son günlerde temiz su bulmakta güçlük çektiklerini söylüyor.
Askerlerin kontrolündeki bir noktada her eve günün belirli saatlerinde sınırlı miktarda su verildiğini söyleyen Aynur, her gün çadırlarına kadar su gezdirdiklerini anlatıyor.
Ailece su dağıtım noktasına gidiyoruz saat 13.00 su dağıtılacak diyor. Aynur, bir kutu su almak için yaklaşık yarım saat su kuyruğunda beklemek zorunda kalıyor.
Askerler depremzedelerin kucağına taşıyabilecekleri kadar su bırakarak bir sonraki depremzedeye geçerler.
Eskiocak, yardımların bir ay içinde ciddi şekilde azaldığını da söylüyor.
Sahra hastanelerinde durum nedir?
Hatay’daki tüm hastaneler hasar gördü. Hatay’ın en büyük hastanesi olan Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışmaz durumda olduğundan, hastane bahçesinde kurulan sahra hastanesinde tüm sağlık hizmetleri verilmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu sahra hastanesi ile ABD’li yardım kuruluşu Samaritan’s Purse’un kurduğu sahra hastanesi yan yana çalışıyor.
türk bbcTürkiye’nin UMKE birimi müdürü Serkan Demirci’ye verdiği demeçte.
Demirci, depremden sonraki ilk haftalarda ağırlıklı olarak depremde yaralanan hastalara hizmet verilirken, artık ayakta tedavi hizmetlerinin yoğunlaştığını söylüyor:
“Başlangıçta ağırlıklı olarak travma üzerine çalıştık. Enkazdan çıkan yaralılarımıza müdahalemizi yaptık. Artık çoğunlukla günlük hastalıklar, üst solunum yolu enfeksiyonları, bazı moloz temizleme işlerinden kaynaklanan tozla ilgili hastalıklarla uğraşıyoruz.”
Şehrin çıkışında yer alan sahra hastanesine araçsız ulaşmak mümkün değil. Demirci, hastaneye gelemeyen depremzedeler için 40’tan fazla mahallede acil servis birimleri kurulduğunu söylüyor:
“Merkezimizde verdiğimiz acil sağlık hizmetlerinin yanı sıra köylerde de sağlık taramaları yapıyoruz. Ambulanslarımız ve UMKE araçlarımızla günde ortalama 80-100 ambulansla köylere gidiyoruz. Özellikle kronik hastalığı olan vatandaşlarımız var, ilaçları enkaz altında olan, ilaçlarına ulaşamayan vatandaşlarımız var” dedi.
Yoruma kapalı.