Deprem: Gaziantep’te Nurdağı Sakçagözü Köyü sakinleri, ‘Her evde cenaze var, köyümüz silindi gitti’ diyor
Fundanur Öztürk, Berza Şimşek
Sakçagözü, Gaziantep – BBC Türkçe
Gaziantep’in Nurdağı ilçesine bağlı yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığı Sakçagözü köyü depremden büyük zarar gördü. Neredeyse tüm köy yok edildi veya ağır hasar gördü.
Nurdağı’na haber verirken depremzedeler bizi Sakçagözü köyüne yönlendiriyor.
Bu köydeki bütün evlerin yıkılmış veya ağır hasar görmüş olduğunu söylüyorlar. Köye vardığımızda karşılaştığımız manzara da söylenenleri doğrular nitelikte.
Güllü Yıldız, “Köyde 20 ev kaldı ya da kalmadı. 5 cenaze bizim evde, 6 cenaze komşumuzda… Köy tamamen yerle bir oldu” diyor.
Köyü baştan sona gezdiğimizde ağır tabloyu net bir şekilde görebiliyoruz. Köy camisi de ciddi şekilde hasar gördü, sağlam ev bulmakta zorlanıyoruz.
Köylüler çadırlarda yaşamlarını sürdürüyor, konteynerler henüz gelmedi. Jandarma ekipleri köy okulunda kurulan kantinde günde üç öğün yemek veriyor.
Şebeke suyunun kullanılamadığı köyde konuştuğumuz her kişi, öncelikle temizlik sorunundan şikayetçi oldu.
Üniformalı bir kamu görevlisi bizi durduruyor ve “Buradaki hijyen konusuna lütfen dikkat edin” diyor.
Köylüler kendi imkanlarıyla yaptıkları derme çatma barakalarda tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını karşılıyor.
Moloz kaldırma çalışmalarının henüz başlamadığı köyde yürürken zaman zaman yoğun bir çürüme kokusuyla karşılaşıyoruz.
Ahırlarda ölü hayvanların salgın hastalıklara neden olabileceğinden endişe duyan köylüler, enkaz kaldırma çalışmalarının bir an önce başlamasını istiyor.
Temel ihtiyaçlar şu şekilde sıralanıyor: kap, su, banyo ve tuvalet…
“En büyük ihtiyaç tuvalet ve banyo”
Herkes çadırının önünde işle meşgul: yemek kaynatmak, komşulara çay dökmek, tadilat yapmak.
Kime gitsek önce kendi imkanlarıyla çevreledikleri tuvaletlerin durumunu göstermek istiyor ve en büyük sorunun “hijyen” olduğunu söylüyor.
Çadırında soba için odun keserken konuştuğumuz Emir İşitmez, su kaynatıp leğenlerle yıkandıklarını söyledi:
“En büyük ihtiyacımız su, tuvalet, duş. İnsanlar çamaşırlarını yıkayamıyor. Orada mavi şilteli bir tuvalet var, biz de kendi imkanlarımız ile dolaştık. Koku ve kiri birbirine karıştırmak… Ne kadar sağlıklı olabilir ki?”
“Annesi ve babası” iki engelli çocuğu için yardım isteyen Gülay Başarır, “Tuvaletimiz yok, tuvaletimiz yok ve ayaklarım sakat. İmdadınıza yetişin” dedi. ,” diyor.
Yıkılan evlerinin arasında kurdukları çadırların önünde sessizce oturmuş çay içen bir grup kadınla karşılaşıyoruz. Ziyaretimiz kadınların sessizliğini bozuyor.
Sakçagözü’nde her evde bir cenaze vardır. Kadınların en büyüğü, “Her evde cenaze olmaz, kurban olur, 4-5 cenaze olur” der.
Güllü Yıldız, annesini önünde oturduğumuz molozda kaybettiğini ve yakınlarının mezarı olan bu molozların bir an önce kaldırılmasını istediğini söylüyor:
“5 canımızı kaybettik. Annemin evine geri dönemeyiz. Görünüşe göre annem hala orada yatıyor. Yer yerinden oynadığında sanki annem çıkıp bir yerden bize bakıyor.”
“Bu enkaza her baktığımızda sanki o anı yeniden yaşıyoruz. Çadırlarımız burada, hiçbir yere gidemiyoruz, nereye gideceğiz? Gidecek hiçbir yerimiz yok.
Ablası Zekiye Yıldız da kaybettiklerinin hatıralarıyla dolu bu enkazla yaşamanın çok zor olduğunu söylüyor:
Onlarla yaşadık, mutlu olduk, güldük. Şimdi bu enkazın kaldırılmasını istiyoruz. Ailenle yaşadığın her şey gözlerinin önüne serildiği için geriye o yönden bakamayız.”
Aralarında en genç kadın olan Fatmanur Karahan, enkaz altında kalan sığırların kötü kokmaya başladığını ve hastalığa yakalanmaktan korktuklarını anlatıyor.
Kadınlar yardıma ulaşmakta zorlanıyor
Köy okulunun bahçesinde kurulan koordinasyon alanında kantin, eczane ve doktor bulunmaktadır. Hem kamu hem de sivil toplum kuruluşları köylülerin beslenme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.
Ancak depremzedeler için bu hizmetlere ulaşmak kolay değil. Konuştuğumuz kadınların çadırları ile bu merkez arasında biraz yürüme mesafesi var.
Kadınlar, jandarma ekiplerinin bu yolu yalnız yürümekten korktukları veya çekindikleri için her gün çadırlara yiyecek dağıtmaya başladığını söylüyor.
Güllü Yıldız, kadın ve çocukların bu hizmetlerden yararlanabilmesi için bulduğu çözümü şöyle anlatıyor:
“Okulda kantinler var, duşlar var, lavabolar var. Kimin erkeği varsa gider onu alır ama kadınların çoğu utanır ve gidemez. Bu yüzden Jandarma gelip kadınların işini kolaylaştırsın diye yemek bırakıyor. Duş alamıyoruz, banyo yapamıyoruz ama çadırımıza yiyecek getiriyorlar.”
Köy kadınları sadece yiyecek bulmakta değil, köy okulunun ortak duş ve tuvaletlerini kullanmakta da zorluk çekiyor.
Bu nedenle her çadırın yanına bir tuvalet ve duş kurulduğunu iddia eden bir kadın, “Bu kadınlar tuvaletlerini adamlarımız yapıp etrafımızı sardı ama yine de olmuyor” diyor.
Ailesinden onlarca kişiyi kaybeden ve geride kalanların hepsinin bir yerlerde kayıp olduğunu söyleyen Güllü Şahinoğlu, küçük kızlarının da aynı nedenle çadırlarda yaşamaktan korktuğunu söylüyor:
“Kızlarım artık Gaziantep’te arabada yaşıyor. Korkuyorlar, çadıra gelemeyeceğiz diyorlar. Her birimiz bir yerlere düştük. Tuvalet yok, banyo yok… Konteyner olsaydı banyo olurdu ve kızlarım bana gelirdi».
Kadınlar arasında her yaştan çocuk var ve bir kadın 8 aylık hamile. Hem kadınların hem de çocukların birçok özel ihtiyacı vardır.
Fatmanur Karahan, “Bebeklere 0-1 numara bez veriliyor ama bizim çocuklarımız 2 yaşında süt ve bez lazım” diyor.
Karahan, hala hiçbir yardım alamadıklarını belirterek, “Diğer köylerin de ihtiyacı var, biz mutsuzsak onlar da perişan oluyor. Akrabalarımızdan diğer köylere daha fazla yardım gönderdik” diyor.
‘AFAD ekibi 6 gün sonra geldi’
Depremzedeler ilk üç günü tarif etmekte daha çok zorlanırlar. Kadınlar, enkaz altında kalan yakınlarına ulaşmak için günlerce tek başlarına mücadele ettiklerini anlatırken, hem yoğun bir öfke hem de küskünlük hissediyorlar.
Güllü Yıldız, “Önce milletimiz, sonra devlet. Batıklarımıza ilk müdahale eden ve ilk yiyecek getiren insanlar oldu” diyor.
“İlk birkaç gün vücutlarımız hep yerdeydi. 6 gün sonra AFAD ekibi geldi ve yedinci gün kardeşime ulaştılar. Sekizinci gün çocuklarına ulaştık.
Fatma Karahan, ilk üç gün kimsenin gelmediğini ve enkaza müdahale etmek için yoldan geçen arabaları durdurduklarını da anlatıyor:
“İlk üç gün karda yalınayak yürüdüğümüzü biliyoruz. Mesela hepimiz kapalıyız ama pijamalarımızla başörtümüz bile olmadan dışarı çıktık. Daha sonra biri geldi ve bize el yazmalarımızı getirdi.
Köyünün sahipsiz olduğunu düşünen Emir İşitmez, “Ülkeye sadece oy verme saatinde mi geliyorsunuz? Vatandaşın olmadığı bir yer mi? O sorar:
“İlk zamanlarda burada aç olan insanlar vardı. Ve o soğuğun altında, molozların altında çığlıklar atarak ölen insanlar vardı. Onlar insan değil miydi?”
“Enkazdan 8 gün sonra çıkarılanlar oldu. Nasıl kurtulur, nasıl bir mucize olabilir? Mucize olduğuna sevindik de, iyi ki müdahale etmedik?
Depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen bölgede artçı sarsıntılar devam ediyor. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamış depremzedeler için acılar ve travmalar hala ilk günkü kadar taze.
Hemen hemen her gece deprem olduğunu söyleyen Fatmanur Karahan, deprem korkusunun en çok çocuklarda geliştiğini anlatıyor.
“Yoldan arabalar geçse bile çok geriliyoruz. 2 yaşındaki çocuğumuz en ufak şeyde deprem oluyor diye kaçıyor” diyor.
Yoruma kapalı.